“Ellerimin
arasından kayıp gittin. Bir leke kaldı senden geriye, koca bir kan lekesi. Ne
çok istemiştim seni, ne çok hazırlanmıştım sana. Ne ağır sözcükmüş
“hazırlanmak”. Ne çok şeye hazırlandım da, gelmediler, olmadılar, olamadılar.
Şimdi neden farklı, peki? Neden acım boğazımda nefesimi kesiyor? Neden bir
nefeste kusamıyorum? Burnuma gelmemesi gereken kokun, neden gitmiyor? Ağlamak
rahatlatmıyor beni ilk kez. Mutluluklarımı göklerde, hüzünlerimi yerlerde
yaşadığımı söylerler. Böylesine tıkanmanın sebebi olamaz bu şimdi. Şimdi bir
başka, bir başka kaybettim seni. İçimden öyle bir aktın ki… Bomboşum, tüm iç
organlarımı alıp götürmüşler gibi, zorla… Bir saniyede darmaduman olur derlerdi
hayat, bu mu? İsmin ne olacak şimdi? “Başkalarının acısını böylesine hissetmek
tehlikeli” demişti bir dostum. Ben yerlerdeyken koşamam. Belki de gelmek
istemedin. Tüm kadınlar gibiyim şimdi, aynı anda, bir anda, patlarcasına.”
-
Sadece aklıma takıldı. Aslında tam olarak bir açıklama
bekleyip beklemediğimden bile emin değilim. Nasıl bir açıklama yaparsın, ya da
açıklama mı demeliyiz buna, inan bilmiyorum ben de. Tek bildiğim dün gece
gözüme uyku girmediği. Sorularla yaşamak istemiyorum. Bunu çok uzun süre
yaptığım için artık yapamıyorumdur belki de. Sorular beynimi kemiriyorken evinde
öylece oturamıyor insan. Seni kırmak değil niyetim, biliyorsun. Sadece bu
yazıyı niçin yazdığını anlatırsan ikimiz de rahatlarız belki, diye düşündüm.
-
Bilgisayarımı projeni bitirebilmek için aldığını
sanıyordum.
-
Karıştırmak değildi niyetim tabii ki. Günlük adında bir
dosya görünce… Belki seni gerçekten tanısam farklı olurdu, bilmiyorum. Seni
tanımak istiyorum. Ama kuşku denen duyguyu tanıyorum. Bugün sormasaydım sana bu
soruyu, daha sonra başka bir zamanda, başka sorularla gelecektim. Her şey güzel
başladı, güzel gitse olmaz mı?
-
Bu yazıdan ne anladığını merak bile etmiyorum biliyor
musun? Öfkemdendir belki, ama bunu okuduktan sonra neler düşündüğünü ve nasıl
bir anda bu kadar güvensiz olabildiğini anlayamıyorum. Geçmişimde birileri
olduğunu mu anladın? Yeni bir bilgiymiş gibi!
-
Geçmişle ilgili bir sorunum olmadığını biliyorsun. Bunu
konuştuk… O zaman doğrudan sorayım… Bir hamilelik hikâyen mi var? Sadece sen
hiç bahsetmeyince –
-
Geçmişle ilgili sorunun yok demek! Kelimelerini sol baştan
say bir de!
Sesinin
yükselmesine engel olamamıştı kadın.
Adam yanlış
anlaşılmaktan bin korkan bir tonla
-
Tek korkum babam gibi bir adam olmak. Sevdiği kadının
yalanlarıyla uyuyan, aldanan, aldatılan olmak istemiyorum. Annemin hikâyesine
katlanmak için verdiğim savaşı bir kez daha veremem.
-
Yüzünü bile görmediğin annenden mi bahsediyorsun?
-
Canımı yakmak derdin… Evet, çocuğunu bir yaşına gelmeden
terk eden bir anneden bahsediyorum!
Son sözler yumruk
kıvamında çıkmıştı adamın ağzından. Kendisini toparlamaya çalışır gibi,
-
Bak, ben yalnızca geçmişin tekrarlanmasından korkuyorum.
Tek istediğim gerçekten ‘güven’ duymak.
Ölümsüzlüğü
saklayan büyülü bir kutunun müjdesini verir gibiydi gözleri.
Kadın
sandalyesinden fırlayıp, masadaki sigarasını, çakmağını, cep telefonunu
çantasına teperken bağırmaya başladı:
-
Ben de geçmişin tekrarlanmasından korkuyorum. Hatta en
büyük korkum bu! Bilmiyormuş gibi! Kibarca anlatmıştım, kabaca anlatayım bir
de! Aklımın yemek ısmarlamayacağı bir adama kalbim yüzünden iki yıl boyunca
inanmaya çalıştım. Onun geçmişe dair soru ve sorunlarıyla yeterince vakit
kaybettim. Tahammülüm yok artık! İyi niyet denen şeye inancım hiç kalmadı…
Bilgisayarımı ilk fırsatta getirirsen sevinirim.
Kadıköy
sahilindeki huzurlu ve vapura koşturanlar dışında pek harekete şahit olmayan
çay bahçesinin garsonları ve müşteriler donmuş bir kareden uzattıkları
gözlerini kadına dikmiş, heyecanla olanları seyrediyorlardı. Kadın onların
gözlerindeki meraktan güç almış gibi devam etti:
-
Bir de annemi buldum, ama konuşmadım, diyordun ya hani…
Uzaktan korkak korkak bakınacağına, yanına gidip bir de onun hikâyesini
sorsaydın keşke!
Adam sesi
çatlayarak
-
Başkalarının acısı bunlar-
diye bir cümleye
başlıyordu ki, kadın tüm konuşulanları omuzlarından atmaya çalışırcasına,
zıplaradım vapur iskelesine ilerledi ve kalkmak üzere olan vapura yetişti.
‘Derin nefes al,
denize bak, denize ağla, görmesin kimse… Hava serin zaten, kimse dışarı çıkmaz…
Derin nefes al, unut, unut, unut.’ Kendini koyuvermiş ağlarken sessiz
görüntüler düşüyordu beynine: çirkin bir surat, fırlatılan kül tablaları,
telefonlar, açılan ve kapanan kapılar… Sonra sesler, cümleler: “En yakın
arkadaşın mı? Sana aşık lan herif resmen!” “Neredeydin? Telefonun neden kapanıp
duruyor?” “Tanımadığına emin misin?” “Üniversiteden arkadaşın olmasın!” “Sen
benim bugüne kadar sevdiğim tek şeysin!” “Yardım et bana ne olur!” “Bağımlı
değilim ben! Sen kendi hayatına bak!” “Bırakma beni! Senden başka sesimi duyan
yok!” “Defol!” “Neden geç kaldın?” “Bu yazıları kime yazdın?” Biteceğinden
neredeyse emin olduğu bir hikâyeyi inatla sürdürmenin, hikâyenin sonuyla
inatlaşmanın ne demek olduğunu iyi biliyordu kadın. Elbisesine kusuyordu
sorularını bir bir şimdi: Umut mu? İnat mı? Vicdan mı? Kibir mi? Sorulardan
kurtulayım derken yepyeni bir yüzle yeni sorular girmişti içine. Yepyeni yüz
gözünün önüne gelince duyduğu aşk nasıl yerle bir ediliyordu şimdi geçmişten
gelen bir kadın yüzünden. Ne kadının, ne de adamın tanıdığı bir kadın. Ama
yetiyordu her şeyi tuzla buz etmeye. Henüz üç ay olmuştu onu tanıyalı ve
böylesine güzel bir tabloyu sadece adını bildikleri bir kadın yüzünden
kirletebiliyorlardı. Oysa ne çok konuşmuşlar, ne çok anlatmışlardı birbirlerine
kendilerini. Şimdiyse ufacık bir iletişim belirtisi yoktu. ‘Ben de sebeplerden
birisi olabilir miyim?’ diye bir düşünce çöreklenecek oldu içine ama hemen
kovuşturdu kadın bu gereksiz soruyu. ‘Beni anlamalıydı… Anladığını sanmıştım.
Sanmıştım…”
Vapurdan indikten
sonra önemli bir iş görüşmesine geç kalmış gibi koşar adım yürüdü evine. Göz
göze geldiği her insan yüzüne acıyarak bakıyor gibiydi. Sesler, kokular,
insanlar, kafelerden gelen müzik sesleri bile rahatsız ediyordu kadını. Evine
girer girmez rahatladı. Perdeleri kapattı, kutusuna ulaşmıştı sonunda ve artık
güvendeydi. Kimseyi görmek zorunda değildi. İçini kaplayan huzur, başka
şeylerde bulamadığı türdendi. Her ihtimalin en aza indiği yerdi evi ne de olsa.
Bilgisayarını aradı gözleri gayriihtiyari. Psikoloğunun tavsiyesiyle başladığı
yazı yazma işine, hoşuna gittiği için devam ediyordu. Ne zaman içi dolsa, sözcüklere
akıtırdı kendisini. Bilgisayarının adamda olduğunu hatırlayınca eski bir defter
ve kalem bulmak zorunda kaldı. Yazmaya başlayacaktı ki, gözlerini kapatıp derin
bir nefes aldı. Öylece durdu bir süre. Aklına adamla tanıştıkları ilk günler
geldi. Ne kadar naif, kibarlardı birbirlerine karşı… Birbirlerini kırmaktan ölürcesine kaçarlar,
saatlerce gülerler, açık kalmasından korktukları kapıları bir bir kapatırlar,
birbirlerine açık olacaklarına dair sözcüklü, sözcüksüz cümleler kurarlardı.
İkisi de neredeyse emindi kusursuz bir şekilde iletişebileceklerinden.
Şimdiyse… Öfkesinden, inadından adama anlatmaya değer bulmadığı hikâyesini
kâğıda dökmeye başladı, önce yavaş, sonra hızlıca…
-
“Sen başka bir
yerlerde, babanın annen hakkında anlatıp durduğu aldatma hikâyeleriyle,
sevgisiz annenin imgesi arasında gidip gelmekten yorulup anneni bulmaya karar
verdiğin zamanda boğulurken, ben bir dil kursunda öğretmenlik yaparken ve beni
sorgulamakla yargılamak arasında turlayan alkol ve uyuşturucu bağımlısı
birisini şefkatimle iyileştireceğime inancım sonsuzken… Biz aslında birbirimizden
habersizken… Bir gün bilgisayar laboratuvarında çalışmakta olan bir öğrenci
beni çağırdı yanına, ellerini havada sallayarak, telaşla. Utançtan kızarmış
yüzündeki minik gözlerini gözlerimden kaçırarak regl olduğunu ve oturduğu
sandalyeye leke çıktığını söyledi. Ne yapacağını bilemez halde, dünyanın başına
gelecek büyük bir felaketten bahseder gibiydi. Lavaboya gitmesini, sandalyeyi
benim halledeceğimi, endişelenmemesini söyledim. Alelacele bir bez buldum,
sandalyenin üzerindeki lekeyi çabucak sildim. Döndüğünde suratı lavaboda ceset
görmüş gibiydi… Tam olarak bunu geçirdim aklımdan o anda. Hamileymiş. Bebeğini
düşürmüş olduğunu düşünüyormuş. Kekeleyerek kurmaya başladığı cümlenin sonunu,
eşini aramamı rica ederek getirdi. Titreyen ellerinin arasından alırken
telefonu, sakin olmasını söylüyordum. Kısa süre sonra eşi geldi ve okuldan
ayrıldılar. Bir hafta boyunca öğrencinin nasıl olduğunu merak ettim, kursa
gelmesini bekledim, sabırsızlıkla... Bir hafta sonra okula geldiğinde, bebeği o
gün kaybettiklerini söyledi. O an aklıma sandalyeyi sildiğim bez düşüverdi.
İçleri boşalan tüm kadınların acısını aynı anda içimde hissettim adeta. Onun
kaybı benim ruhumu delmişti. İşten çıkınca bir şişe şarapla, kelimelerimi
harmanlayıp, kustum hüznümü. Yazdıkça aktım, aktıkça yazdım. O benim bebeğim
değildi, ama benim hikâyem olsa ne olacaktı, peki?”
Tam bu sırada
kapı çaldı. Kapıyı açtığında karşısında adamı buldu; tereddüt dolu gözleriyle
duruyordu karşısında. Kadının gözlerine bakarken boğazını temizledi:
-
Kahve içelim mi?
-
Olur, dedi kadın.
Salonda oturan
adamın yanına kısa süre sonra iki fincan kahveyle döndü. Kadın kahveleri hızla
masaya bıraktı ve yine hızla kendisininkini içmeye başladı. Acelesi var gibiydi.
Adam onun aksine yavaş hareket ediyor, kahvesini yudumlarken bir yandan söze
nasıl başlayacağını düşünüyordu.
-
Sana güvenmekte zorlanıyorum, deyiverdi birden.
-
Bunun sebebi ben miyim? Kadın zaten bu soruyu bekliyormuş
gibi, adeta yıllardır ezberlediği
tek repliğin sırası gelmişçesine, hızla yanıtladı onu.
Sessizlik girdi
aralarına. Kadın düşünmüş ve yeni bir şey bulmuş edası, biraz da az önceki bir
sıfır üstünlüğün verdiği ayarsız heyecanla,
-
Bana güvenmeyi bir mesele haline getirmen beni üzüyor,
dedi.
-
Bunun sebebi ben miyim? Adamın sesi çatlamakla çatlamamak
arasındaki çatallı çizgideydi.
Kadın
anlamsızlığa anlam katan ve aralarına girip duran sessizliği bölüverip,
-
Yalnız kalmak istiyorum. Yani… Yalnız olmak… Evimde… Bir
süre… Sen olmadan… Belki başka bir zamanda konuşuruz.
-
Ben de emin olmak istiyorum. En azından, kendimden…
Sessizlik yine
bulduğu çatlaktan sızıyordu ki, adam başını kaldırıp, veda dolu gözlerinin
arasından,
-
Bilgisayarını haftaya getirsem olur mu? Projemi
tamamlayamadım, biliyorsun… Benimkinin servisten gelmesi uzun sürebilir.
Görüşmek istemezsen-
Kadın bir anda hatırlamış gibi sözünü kesti adamın,
Kadın bir anda hatırlamış gibi sözünü kesti adamın,
-
Olmaz. Bugün almalıyım. Benim de yazmam gereken bir yazı
var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder