03 Şubat, 2014

BUGÜN GÜNLERDEN "ALİ İSMAİL KORKMAZ"



Bugün hepimizin canı bir başka yandı. Bugün başka öfkelendik, başka küstük. Ali İsmail’in arkasından hangimiz adaletin yerini bulacağından emindi, hangimiz adaletsiz kalacağımızı  düşündü, hangimiz “artık hak yerini bulsa ne olur?!” dedi, bilmiyorum. Düşünüyorum. Annemin dokuz yüz küsur kilometreden gönderdiği yemekler, yemekler altından çıkan portakallar, kolinin altına indikçe gereksizce konduğunu düşünmüş olduğum ‘belki lazım olur’ elbezleri, havlular; babamdan gizli konmuş, her yerde bulunabilecek baharatlar. Baharatlar üzerine telefonla aradığım ve ‘ne gerek vardı, İstanbul’da bunlar var anne’ tonuyla “Teşekkürler anne, ama ne kadar çok şey koymuşsun. Uğraşmasaydın bu kadar.” dediğim annem ve karşıdan gelen kendi telaşında sandığım, ama aslında çocuğunun telaşındaki ses: “Kavanozdakileri buzluğa koy kızım. Sıkmaları da dolaba koy, bozulur onlar. Sonradan ısıtır ısıtır yersin.”
-Anne ben otuz yaşıma geliyorum. Sen hala evime gelince temizlik yapıyor, gizlice bulduğun söküklerimi dikiyorsun. Benim için yapmayacağın şey yok, biliyorum. Endişeli sesimden içine ne korkular düşüyor anlamıyorum bazen. Ben de senin yokluğunu düşününce uykularım kaçıyor, kalbim acıyor, tahayyül etmek bile ağır geliyor.
Yıllar önce çok sevdiğim birini kaybetmiştim. On dokuz yaşındaydı. Hayallerini, kahkahalarını, korkularını, kâğıtlarını, kalemlerini, sesini alıp gitmişti. Düştüğü bir çıkmaza ayağı takılmıştı belli ki ve belki de kapı çalsa gelecek iki dost sesiyle dönecek şen kahkahalarını camdan aşağı bırakıvermişti. Sonra gözyaşları, dualar, zorlukla yürünen toprak bir yol hatırlıyorum. O gün bir baba gördüm. Kendisini kollarından çekenlerin ellerinden tüm gücüyle kurtulmaya çalışarak, toprağın üstüne yatmaya çalışan, cenazenin gömülmesine izin vermeyecek kadar güçlü, diğer yandan ayağa kalkamayan, bağıran, toprağa kapanan bir baba. Gömülme işini elinden geldiğince uzatan bir adam. O gün annemi hem anladım, hem de annemi asla anlayamayacağımı anladım.

Tüm bu fotoğraflardan gözümü çekip, Ali İsmail’e bakıyorum. Annesine yakından bakıyorum. Onun vücudundaki ufacık bir yaradan telaş etmiş olan, onu büyütmüş olan kadına yakından bir daha bakıyorum. Şimdi Ali İsmail’in vücuduna inen her darbe üzerime iniyor. Gözlerimle masaları dağıtıyor, kapıları çarpıyor, bunu yapanların yüzlerine kocaman tükürüyorum. Sonra küçülüyorum, minicik oluyorum. Nefes bile alamayacak kadar ufalıyorum. Ellerimi koyacak bir yer bulamıyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder