Bugün hepimizin
canı bir başka yandı. Bugün başka öfkelendik, başka küstük. Ali İsmail’in
arkasından hangimiz adaletin yerini bulacağından emindi, hangimiz adaletsiz
kalacağımızı düşündü, hangimiz “artık
hak yerini bulsa ne olur?!” dedi, bilmiyorum. Düşünüyorum. Annemin dokuz yüz küsur
kilometreden gönderdiği yemekler, yemekler altından çıkan portakallar, kolinin
altına indikçe gereksizce konduğunu düşünmüş olduğum ‘belki lazım olur’
elbezleri, havlular; babamdan gizli konmuş, her yerde bulunabilecek baharatlar.
Baharatlar üzerine telefonla aradığım ve ‘ne gerek vardı, İstanbul’da bunlar
var anne’ tonuyla “Teşekkürler anne, ama ne kadar çok şey koymuşsun. Uğraşmasaydın
bu kadar.” dediğim annem ve karşıdan gelen kendi telaşında sandığım, ama aslında
çocuğunun telaşındaki ses: “Kavanozdakileri buzluğa koy kızım. Sıkmaları da
dolaba koy, bozulur onlar. Sonradan ısıtır ısıtır yersin.”
-Anne ben otuz
yaşıma geliyorum. Sen hala evime gelince temizlik yapıyor, gizlice bulduğun
söküklerimi dikiyorsun. Benim için yapmayacağın şey yok, biliyorum. Endişeli sesimden
içine ne korkular düşüyor anlamıyorum bazen. Ben de senin yokluğunu düşününce
uykularım kaçıyor, kalbim acıyor, tahayyül etmek bile ağır geliyor.
Yıllar önce çok
sevdiğim birini kaybetmiştim. On dokuz yaşındaydı. Hayallerini, kahkahalarını,
korkularını, kâğıtlarını, kalemlerini, sesini alıp gitmişti. Düştüğü bir
çıkmaza ayağı takılmıştı belli ki ve belki de kapı çalsa gelecek iki dost
sesiyle dönecek şen kahkahalarını camdan aşağı bırakıvermişti. Sonra gözyaşları,
dualar, zorlukla yürünen toprak bir yol hatırlıyorum. O gün bir baba gördüm. Kendisini
kollarından çekenlerin ellerinden tüm gücüyle kurtulmaya çalışarak, toprağın
üstüne yatmaya çalışan, cenazenin gömülmesine izin vermeyecek kadar güçlü,
diğer yandan ayağa kalkamayan, bağıran, toprağa kapanan bir baba. Gömülme işini
elinden geldiğince uzatan bir adam. O gün annemi hem anladım, hem de annemi
asla anlayamayacağımı anladım.
Tüm bu
fotoğraflardan gözümü çekip, Ali İsmail’e bakıyorum. Annesine yakından
bakıyorum. Onun vücudundaki ufacık bir yaradan telaş etmiş olan, onu büyütmüş
olan kadına yakından bir daha bakıyorum. Şimdi Ali İsmail’in vücuduna inen her
darbe üzerime iniyor. Gözlerimle masaları dağıtıyor, kapıları çarpıyor, bunu
yapanların yüzlerine kocaman tükürüyorum. Sonra küçülüyorum, minicik oluyorum. Nefes
bile alamayacak kadar ufalıyorum. Ellerimi koyacak bir yer bulamıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder