(SPOILER VAR AMA ZATEN BİLİYORSUNUZ BENCE=)
Bir
zamandır ülkede olanlar, maruz kaldıklarımız, dinmeyen ve hiçbir yere
akıtamadığımız ve kendisiyle yaşamayı bir anlamda öğrenmekte olduğumuz öfke
duygusu yüzünden, hala bir yerlere gitmemiş olan çoğunda olduğu gibi bende de
baş gösteren, “Nerelere saklansam,” “başka diyarlara mı gitsem,” “insan
görmeden nasıl markete giderim,” “insanlarla vakit geçirdikçe onları daha da
sevmiyorum,” gibi başlıklara ayırabileceğimiz haleti ruhiyelerin derinden
vurduğu bir an aldım bu kitabı elime. Bu aralar tam da bu nedenden biraz
fantastik, biraz bilim kurgu, bazı bazı da tarih kitaplarına gidiyor elim. Okumak
istediğim, fakat hikayesini biliyorum duygusuyla ertelediğim kitaplardan
Frankenstein’a böylece başladım. Şöyle bir kaç sayfa okuyayım derken
bırakamadım elimden kitabı.
Kitabın
giriş kısmında verilen bilgiye göre Mary Shelley ve birlikte seyahat ettiği bir
grup arkadaş birbirlerine geceleri ateş başında o anda uydurdukları korku
hikayeleri anlatırlarmış. Hep birlikte İsviçre’de oldukları bir sırada birkaç
arkadaş başka bir yerlere daha uzanmak isteyince bir süre ayrılmaya karar
vermişler ve şöyle bir anlaşma yapmışlar. Bir arada değillerken herkes bir
hikaye yazacak ve sonra birbirleriyle paylaşacaklar. Bu yolculuk sonunda ortaya
çıkan tek kitap Frankenstein olmuş.
Kitabın
basitleştirilmiş, sadeleştirilmiş pek çok versiyonu var. İlk kez 1818’de çıkan
kitap 1850’de değiştirilmiş (düzenlenmiş ya da basitleştirilmiş) ve Türkçe’ye
çevrilmiş olan farklı farklı versiyonların orijinali ile ne kadar ilgisi var
bilmiyorum. Fikrimce Can Yayınları’ndan çıkan, Osman Akınhay’ın çevirdiği 272
sayfalık versiyon denenebilir. Ben e-book olarak metnin 1818 yılında yazılmış
versiyonunu orijinal dilinde okumak istedim çünkü böyle bir kitapta en merak
ettiğim şey dildi. İyi ki çevirisini okumamışım dedirtecek bir anlatımla karşılaştım desem oldukça indirgenmiş bir ifade olur. Pek nadir bir keyifti
okurken duyduğum. İnanılmaz dil beni kitapta ilk saran unsur oldu, en başlarda
kurgudan ziyade o büyüledi beni. Kitabın ilk hali 3 ciltten oluşuyor. Birinci
kitap Robert Walton’ın kardeşi Margaret’e yazdığı mektuplarla başlıyor ve
Arktik açıklarında, buz kütleleri arasında buldukları Victor Frankenstein’la
diyalogları ile başlıyor bildiğimiz hikaye. Pek çoğu Frankenstein’ı yaratık
sanıyor, fakat Frankenstein yaratığı yapan kişi. Kitap boyunca ona bir
isim verilmiyor, yaratık canavar olarak anılıyor genelde. Birinci kitapta
Frankenstein’ın mutlu çocukluğu, ailesiyle birlikte yaşarkenki hayatı, doğa
bilimleri okumak için üniversiteye gidişi ve üniversitede bu deneye karar verme
sürecini ayrıntılı bir şekilde görüyoruz. Victor ölü beden parçalarını
birleştirip, bu bedene hayat vermek, bir canlı yaratmak isteğiyle yanıp tutuşmaktadır.
Canını dişine takar; 2 sene kadar gece gündüz çalışır laboratuvarında. Başka şey
düşünemez halde tüm zihnini, vaktini ve enerjisini deneyine verir. Çalışmaktan
yemek yemeyi unutup, uykusuz kalıp kilo verse de, can vereceği muazzam yaratığa
olan aşkı ve deneyinin başarıya ulaşacağı anın hayali ayakta tutar onu. Bir gün
yaratığı gözlerini açıverir; başarmıştır işte sonunda! Tam sevineceği yerde
Victor, yüzüne bir insanın asla bakamayacağı derecede çirkin ve iğrenç bu
yaratıktan ölesiye korkmuş, tiksinmiş ve mide bulantısıyla kaçmıştır oradan.
Uzun süre hastalanıp, yataklara düşerek,
bir laboratuvar malzemesinin bile adını duymaya katlanamadığı günler geçirmiştir,
yaratığının nerede olduğundan bihaber. (Pek de umurunda değildir bu, kendisi
görmesin yeter.) Birinci kitap bittiğinde olay örgüsünün yanı sıra dil ve
üslupla sarsılmıştım gerçekten. Pek çok şiir kitabında bulamadığım bir tat bulmuş,
son derece etkilenmiş, kendim de acayip acayip cümleler kurmaya başlamıştım.
İkinci kitapta yaratıcısı tarafından öylece unutulan canavar Frankenstein’ın
karşısına geçip de “Benimle konuşmak zorundasın. Beni sen yarattın! Yaratıcım,
tanrım bile benden iğrenip, korkup kaçarken diğer insanlardan nasıl yakınlık ve
sevgi bekleyebilirim? Madem beni yarattın, o halde şimdi benim hikayemi
dinlemelisin,” gibi şeyler söyler ve Frankenstein’in kendisinden kaçtığı andan
o güne dek yaşadıklarını, bir bebek gibi dünyayı, konuşmayı ve başka şeyleri
nasıl öğrendiğini, başına gelen her şeyi anlatır. İkinci kitabın neredeyse
tamamı canavarın anlatımıdır ki, adeta bir felsefe kitabı niteliğindedir. Benim
için bir başucu kitabıdır, asla kurgudan ibaret değildir. Her şeyden önce insan
denen varlığa şöyle bir dışarıdan bakma fırsatı verir. İkinci kitap
Frankenstein ve yaratığın büyük karşılaşmasından sonuca kadar olan süreyi
kapsar. Bu konuşmada yaratık kendisini gören herkesin ya çığlıklar atarak
kaçtığını ya da kendisine saldırdığını, kimseden sevgi ya da arkadaşlığa dair
hiçbir şey göremediğini, insan denen varlıktan artık nefret ettiğini, içinde
bulunduğu yalnızlığın kalbini kızgınlık ve kötülük ile doldurduğunu söyler ve
Victor’dan kendisi gibi bir yaratık daha yapmasını ister. Birlikte sevgiyle yaşayabilecekleri,
konuşabileceği bir kadın yaratık yaratırsa sonsuza dek onunla saklanacağına, bir
daha asla kimseye görünmeyeceğine söz verir. Bunu yapmazsa Victor’ın sevdiklerini
elinden alacaktır. Üçüncü kitapta verilen sözlerden sonra Victor’ın içine
girdiği süreç, ikilemler, kendisiyle hesaplaşması, insanoğlu ve bencillikleri
işlenir Mary Shelley’nin muazzam cümleleriyle. Onca sembol, onca metafor
arasında zıplaya hoplaya okuduğum hikaye bittiğinde, bu zamanın ötesindeki
kitabı daha önce nasıl okumamışım dedim. Gotik korku olarak yazılmış ilk
İngilizce roman imiş kendisi. Hikayeyi bilseniz de, filmini
izlemiş olsanız da, ilk versiyonunu bulup okumanızı tavsiye ederim. Kitabın ilk halini www.amazon.com sitesinden, “Mary
Shelley, Frankenstein 1818”
diye aratarak bulabilirsiniz. E-book versiyonu amazonda ücretsiz. İyi okumalar!
Sağlam, iyi ve okunaklı bir dille yazılmış metinleri katetmek haz veriyor. bence anlatacak daha pek çok şeyin olmalı bu konu hakkında. Kitap yorumuna kişinin kendinden de az, öz parçacıklar serpmesi harika bir okunurluk getiriyor. Öyle oluyor. Güzel oluyor. End Mac.
YanıtlaSilTeşekkür ederim! Öze böylesi dokunan metinler hakkında yorum yaparken öze dair kokular, renkler nasıl da çıkıyor; engellemesi de ne zor. =) Dolaylı dolaylı birilerine de dokunabilmesi ne güzel. Çok mutlu ettin beni! =)
YanıtlaSil