10 Nisan, 2016

BUGÜN KİTAPLARDAN MARY SHELLEY, “FRANKENSTEIN YA DA MODERN PROMETHEUS”


 (SPOILER VAR AMA ZATEN BİLİYORSUNUZ BENCE=)

Bir zamandır ülkede olanlar, maruz kaldıklarımız, dinmeyen ve hiçbir yere akıtamadığımız ve kendisiyle yaşamayı bir anlamda öğrenmekte olduğumuz öfke duygusu yüzünden, hala bir yerlere gitmemiş olan çoğunda olduğu gibi bende de baş gösteren, “Nerelere saklansam,” “başka diyarlara mı gitsem,” “insan görmeden nasıl markete giderim,” “insanlarla vakit geçirdikçe onları daha da sevmiyorum,” gibi başlıklara ayırabileceğimiz haleti ruhiyelerin derinden vurduğu bir an aldım bu kitabı elime. Bu aralar tam da bu nedenden biraz fantastik, biraz bilim kurgu, bazı bazı da tarih kitaplarına gidiyor elim. Okumak istediğim, fakat hikayesini biliyorum duygusuyla ertelediğim kitaplardan Frankenstein’a böylece başladım. Şöyle bir kaç sayfa okuyayım derken bırakamadım elimden kitabı.
Kitabın giriş kısmında verilen bilgiye göre Mary Shelley ve birlikte seyahat ettiği bir grup arkadaş birbirlerine geceleri ateş başında o anda uydurdukları korku hikayeleri anlatırlarmış. Hep birlikte İsviçre’de oldukları bir sırada birkaç arkadaş başka bir yerlere daha uzanmak isteyince bir süre ayrılmaya karar vermişler ve şöyle bir anlaşma yapmışlar. Bir arada değillerken herkes bir hikaye yazacak ve sonra birbirleriyle paylaşacaklar. Bu yolculuk sonunda ortaya çıkan tek kitap Frankenstein olmuş.
Kitabın basitleştirilmiş, sadeleştirilmiş pek çok versiyonu var. İlk kez 1818’de çıkan kitap 1850’de değiştirilmiş (düzenlenmiş ya da basitleştirilmiş) ve Türkçe’ye çevrilmiş olan farklı farklı versiyonların orijinali ile ne kadar ilgisi var bilmiyorum. Fikrimce Can Yayınları’ndan çıkan, Osman Akınhay’ın çevirdiği 272 sayfalık versiyon denenebilir. Ben e-book olarak metnin 1818 yılında yazılmış versiyonunu orijinal dilinde okumak istedim çünkü böyle bir kitapta en merak ettiğim şey dildi. İyi ki çevirisini okumamışım dedirtecek bir anlatımla karşılaştım desem oldukça indirgenmiş bir ifade olur. Pek nadir bir keyifti okurken duyduğum. İnanılmaz dil beni kitapta ilk saran unsur oldu, en başlarda kurgudan ziyade o büyüledi beni. Kitabın ilk hali 3 ciltten oluşuyor. Birinci kitap Robert Walton’ın kardeşi Margaret’e yazdığı mektuplarla başlıyor ve Arktik açıklarında, buz kütleleri arasında buldukları Victor Frankenstein’la diyalogları ile başlıyor bildiğimiz hikaye. Pek çoğu Frankenstein’ı yaratık sanıyor, fakat Frankenstein yaratığı yapan kişi. Kitap boyunca ona bir isim verilmiyor, yaratık canavar olarak anılıyor genelde. Birinci kitapta Frankenstein’ın mutlu çocukluğu, ailesiyle birlikte yaşarkenki hayatı, doğa bilimleri okumak için üniversiteye gidişi ve üniversitede bu deneye karar verme sürecini ayrıntılı bir şekilde görüyoruz. Victor ölü beden parçalarını birleştirip, bu bedene hayat vermek, bir canlı yaratmak isteğiyle yanıp tutuşmaktadır. Canını dişine takar; 2 sene kadar gece gündüz çalışır laboratuvarında. Başka şey düşünemez halde tüm zihnini, vaktini ve enerjisini deneyine verir. Çalışmaktan yemek yemeyi unutup, uykusuz kalıp kilo verse de, can vereceği muazzam yaratığa olan aşkı ve deneyinin başarıya ulaşacağı anın hayali ayakta tutar onu. Bir gün yaratığı gözlerini açıverir; başarmıştır işte sonunda! Tam sevineceği yerde Victor, yüzüne bir insanın asla bakamayacağı derecede çirkin ve iğrenç bu yaratıktan ölesiye korkmuş, tiksinmiş ve mide bulantısıyla kaçmıştır oradan. Uzun süre hastalanıp,  yataklara düşerek, bir laboratuvar malzemesinin bile adını duymaya katlanamadığı günler geçirmiştir, yaratığının nerede olduğundan bihaber. (Pek de umurunda değildir bu, kendisi görmesin yeter.) Birinci kitap bittiğinde olay örgüsünün yanı sıra dil ve üslupla sarsılmıştım gerçekten. Pek çok şiir kitabında bulamadığım bir tat bulmuş, son derece etkilenmiş, kendim de acayip acayip cümleler kurmaya başlamıştım. İkinci kitapta yaratıcısı tarafından öylece unutulan canavar Frankenstein’ın karşısına geçip de “Benimle konuşmak zorundasın. Beni sen yarattın! Yaratıcım, tanrım bile benden iğrenip, korkup kaçarken diğer insanlardan nasıl yakınlık ve sevgi bekleyebilirim? Madem beni yarattın, o halde şimdi benim hikayemi dinlemelisin,” gibi şeyler söyler ve Frankenstein’in kendisinden kaçtığı andan o güne dek yaşadıklarını, bir bebek gibi dünyayı, konuşmayı ve başka şeyleri nasıl öğrendiğini, başına gelen her şeyi anlatır. İkinci kitabın neredeyse tamamı canavarın anlatımıdır ki, adeta bir felsefe kitabı niteliğindedir. Benim için bir başucu kitabıdır, asla kurgudan ibaret değildir. Her şeyden önce insan denen varlığa şöyle bir dışarıdan bakma fırsatı verir. İkinci kitap Frankenstein ve yaratığın büyük karşılaşmasından sonuca kadar olan süreyi kapsar. Bu konuşmada yaratık kendisini gören herkesin ya çığlıklar atarak kaçtığını ya da kendisine saldırdığını, kimseden sevgi ya da arkadaşlığa dair hiçbir şey göremediğini, insan denen varlıktan artık nefret ettiğini, içinde bulunduğu yalnızlığın kalbini kızgınlık ve kötülük ile doldurduğunu söyler ve Victor’dan kendisi gibi bir yaratık daha yapmasını ister. Birlikte sevgiyle yaşayabilecekleri, konuşabileceği bir kadın yaratık yaratırsa sonsuza dek onunla saklanacağına, bir daha asla kimseye görünmeyeceğine söz verir. Bunu yapmazsa Victor’ın sevdiklerini elinden alacaktır. Üçüncü kitapta verilen sözlerden sonra Victor’ın içine girdiği süreç, ikilemler, kendisiyle hesaplaşması, insanoğlu ve bencillikleri işlenir Mary Shelley’nin muazzam cümleleriyle. Onca sembol, onca metafor arasında zıplaya hoplaya okuduğum hikaye bittiğinde, bu zamanın ötesindeki kitabı daha önce nasıl okumamışım dedim. Gotik korku olarak yazılmış ilk İngilizce roman imiş kendisi. Hikayeyi bilseniz de, filmini izlemiş olsanız da, ilk versiyonunu bulup okumanızı tavsiye ederim. Kitabın ilk halini www.amazon.com sitesinden, “Mary Shelley, Frankenstein 1818” diye aratarak bulabilirsiniz. E-book versiyonu amazonda ücretsiz. İyi okumalar!


2 yorum:

  1. Sağlam, iyi ve okunaklı bir dille yazılmış metinleri katetmek haz veriyor. bence anlatacak daha pek çok şeyin olmalı bu konu hakkında. Kitap yorumuna kişinin kendinden de az, öz parçacıklar serpmesi harika bir okunurluk getiriyor. Öyle oluyor. Güzel oluyor. End Mac.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim! Öze böylesi dokunan metinler hakkında yorum yaparken öze dair kokular, renkler nasıl da çıkıyor; engellemesi de ne zor. =) Dolaylı dolaylı birilerine de dokunabilmesi ne güzel. Çok mutlu ettin beni! =)

    YanıtlaSil