Büyük annesinden kalma dev, hasır koltuğa çocukluğundan bu
yana bildiği huzur dolu gıcırtılar arasında bıraktı kendini. Gözleri yanıyordu.
Az önce bırakmıştı ağlamayı. Eski eşi çaya uğrayıp, “Ağlamayı bırak, İhsan”
deyince hemen bırakmıştı ağlamayı. Yirmili yaşların başlarında evlenmişler,
kırklı yaşların başında ise boşanmışlardı. Ne zaman konuşmaya, dertleşmeye
ihtiyaç duysalar birbirlerinin arkasında duran, birbirlerini dinleyen, anlamaya
çalışan iki arkadaş olmuşlardı. Derya Hanım şarabı ucuz ve güzel bir memlekette
gezinirken, aklına İhsan Bey gelmiş, “Şarap getireyim mi sana?” diye sormak
için onu aramış; İhsan Bey’in “İstemez,” deyişinden bir derdi olduğunu
anlamıştı. İki gün sonra İstanbul’a döner dönmez, kendisini davet ettirip çaya
uğramış, onu bir saat kadar dinlemiş, sonunda: “İnsanlar böyle. Ağlamayı bırak,
İhsan,” demişti.
Şimdi İhsan Bey koltuğuna oturmuş, sözcüklerin kaypaklığını
düşünüyordu. Hatta öfkeyle yalancı olduklarını, kendisi doğru söylese de
sözlerinin kendisine asla sadık kalmadıklarını düşünüp, bu çözümsüz girdaptan
bir çıkış arıyordu. Altmış üç yaşına yeni girmişti ve bu yaşına kadar başına ne
geldiyse yanlış anlaşılmadan gelmişti. Yıllarca matematik öğretmenliği yapmıştı
ve şimdiki işi ise ders kitaplarına matematik soruları yazmaktı. Bunun yanı
sıra iki arkadaşıyla ortak açtığı, çocukluk hayali kafeyi işletiyordu. Üçüncü
köprü inşaatı yüzünden kesilen ağaçlar, çevreye verilen zarar, çevrecilik
üzerine günlük bir sohbet esnasında, İhsan Bey şakacı tonuyla, “Ben çevreye
zarar vermemek için çocuk bile yapmadım,” demiş, üçer çocuğu olan iki arkadaşı
bu cümleden “Siz çocuk yaparak çevreye zarar verdiniz. Ayrıca sizin çocuklar
zarar ziyan,” gibi anlamlar çıkarmış, bozulmuşlardı. Birinci arkadaş o kadar
tepkili olmasa da, ikinci arkadaş kendisini yanlış anlamasın diye tepkili
davranıyor; iki arkadaş birbirleriyle konuştukça aile hayatları ile ilgili
sürekli bir aşağılamaya maruz kaldıklarından daha da emin oluyor, daha önceki
yanlış anlamalarla da bunu birleştirince iyice öfkeleniyorlar, bunu İhsan
Bey’den uzaklaşarak gösteriyorlardı. Sonunda aralarında bu konularla ilgili bir
tartışma tatsız bir noktaya ulaşmış, İhsan Bey’le yollarını ayırmaya karar
vermiş, kafenin menüsünü de değiştirmiş, İhsan Bey’in saçma fikirlerinden de
böylece kurtulmuşlardı. Daha önce yaptıkları tartışmalardan örnek verip, bir
süre daha İhsan Bey’i eleştirmeye devam etmişler, örneğin “Ben öyle zırt pırt
ev eşyası almayı sevmem. Yirmi yıldır aynı koltuğu kullanıyorum.” Cümlesinin
altında yatan imayı yeni anlayabilmişlerdi. “Bizim salon salamanjemizi aşağı
görüyor adam düpedüz. Biz de kendimiz beğenip almadık ya zaten,” ; ardından
“Adam kendini Oğuz Atay, Vedat Türkali falan sanıyor. Zaten bir kendisi en iyi
bilir!” gibi yorumlar yapıp, birkaç ay daha birbirlerini öfkelendirdikten sonra
olayı unutup gitmişlerdi. Yine de kazara arkadaş ortamında adı geçerse,
kaşlarını çatmayı ihmal etmiyorlardı. Başka pek çok yanlış anlaşılma hikâyesi
vardı tabii, ama bir kaçı gerçekten hayatını değiştirmişti. Eski çalıştığı
yerlerden birisinde temizlikçilerin hakları ve zorluk alanları üzerine birkaç
sunum yapması üzerine bazı meslektaşları onun anarşist bir örgüte üye
olduğundan emin olmuşlar ve bu söylentiyi yayarak o işyerinde barınmasına izin
vermemişlerdi. Bu olayı duyan bazı arkadaşları solcu olduğuna kanaat getirip,
ondan uzak durmuşlardı. Solcu arkadaşları ise onun tam neyci olduğunu
anlayamadıklarından kendisine temkinli davranıyorlardı. Kuran-ı Kerimi
okuduğunu ve kısmen mantıklı da bulduğunu söylediği için ona “koyu dinci” diyen
bir arkadaşına “Beni hiç bu kadar hızlı etiketleyen olmamıştı, Kuran okuyarak
dinci mi olunuyor? ” dediği için dinsiz diyenler de olmuştu. “Kuran-ı Kerime
hakaret etti”, diyerek kendisiyle görüşmeyi kesen bir üniversite arkadaşı vardı
bu olaydan dolayı. Bu arkadaşının tanıdığının da olduğu bir işyerinde
çalışmıştı daha sonra. Burada da çok sıkı bir arkadaşlık kurduğu, sohbetine
doyamadığı kantin çalışanı kızla kendisini yakıştırmaya karar veren birisi
yüzünden hayatı bir dönem zindana dönmüştü. Kızla bir yemek arası çay içtikten
sonra, müdür beyin odasına davet edilmiş, duyduklarına inanamamış ve bu işten
ayrılma kararı almıştı. Müdür, “Evli barklı adama yakışır mı? Hem de küçücük
kızla!” diye bağırmaya başladığında, İhsan Bey’in bahsedilen konuyu anlaması birkaç
dakika sürmüştü. Böyle bir lafı yayanın eski arkadaşının arkadaşı olduğundan
şüphelenmiş, sonra severek sohbet ettiği, her gün ailesinden ve işinden şikâyet
eden koca Sevval’in bu lafı yaydığını öğrenip, epey bozulmuştu. Çünkü Sevval’e
iriliğinden ötürü herkes koca Sevval diye seslenirken, kendisi “Saçların çok
güzel olmuş,” “Ooo, bugün ne kadar da şıksın,” gibi, neşelendirmek namına
iltifat ederdi. Sevval tüm bunları müdüre “Zaten adam hepten sapık!” diye
aktarınca iş büyümüş, müdür de onu bu iş yerinde barındırmamaya karar vermişti.
Eve canı sıkkın dönüp, olayı eşine anlattığında, Derya Hanım, “İnsanlar böyle
İhsan, -kadın erkek yan yana durursa başka şey vardır. Karşı cinsle dostluk
yalandır-, deyip dururlar hep. –Aralarında bir şey olmasa da, akıllarında
vardır- derler. Kendi zihinlerindeki pisliği de böyle böyle yansıtır, başka
yüzlerde kendilerini bulur bu gibiler,” diyerek onu üzüntüsünden kurtarmaya
çalışmıştı. Sonradan öğrenmişlerdi ki, kantinci kız da fingirdek olduğu
gerekçesiyle işten çıkarılmıştı.
Her yanı üzüntü dolu, koltukta öylece otururken düşünüyordu
bir yandan. ‘Ne desem, ne yapsam olmuyor! Herkes neyi nasıl biliyorsa, benim
sözümü, davranışımı bir türlü eviriyorlar!’
Şu hayatta ne geçim kavgası, ne şehrin yıpratması, ne de aşkları bu yaşına kadar böyle yormuştu onu. ‘Sussam mı acaba?” dedi, kendi kendine. “Hepten sussam yani, konuşmasam. Bir nevi küssem insanlara… Kimseyi görmeden yaşarım, öyle. Derya gelir arada. Dertleşiriz. Başka kimseye güvenilmez zaten…Evet, evet, kesinlikle bunu yapmalıyım.” Saate baktı. Yük taşımış gibi yorgundu ama sokaktaki kedilerin, köpeklerin mama saati gelmişti. Poşetlerini alıp, şöyle birkaç tur mahalleyi gezmesi gerekiyordu bu saatte. Hepsini aynı anda taşıyamadığından eve birkaç kez geri dönüyordu mecburen. İki sokak öteye varmıştı ki, genç bir kız yanından geçerken durup, kedilerle konuşmaya başlamıştı. Üniversite öğrencisi olmalıydı, ya da İhsan Bey’e öyle geldi. Kız dönüp, “Ben de bazen akşamları dağıtıyorum ama sayıları dün azalmış gibi geldi, “dedi. İhsan Bey, “Yaa, sayayım bir bugün. Ben de her öğlen çıkıyorum mama için, ama daha yeni başladım bugün,” dedi. Kız gözleri ışıldayarak, koca bir gülümsemeyle “Öyle mi? İsterseniz öğlenleri gelir yardım ederim, evden çalışıyorum ben, bu saatte ara veririm hem. Bugün tesadüf oldu, markete gidecektim de… İki dakika bekleyin isterseniz, beraber taşıyalım şunları da…” deyip, karşıdaki markete, sonra hemen karşıdaki apartmana girdiği gibi çıktı ve birlikte mamaları dağıtmaya başladılar. Yürürken bir yandan kedileri sayıp, diğer yandan havadan, sudan, mahalle sakinlerinden, onların doğum zamanından ve köpek mamalarının pahalılığından konuştular. İhsan Bey nedense hemen güvenmişti ona. Az önceki üzüntülerini, insanlığa olan büyük nefretini, büyük susma kararını anında unutmuştu. Tüm bunları hiç yaşamamış gibiydi. Fakat daha önce bu anı yaşamış gibiydi. Bu düşünce içini gıdıklamadı bile. Evine dönüp, büyük annesinin koltuğuna oturduğunda, yeni bir arkadaş edindiği için mutlu ve sevgi doluydu sadece.
Şu hayatta ne geçim kavgası, ne şehrin yıpratması, ne de aşkları bu yaşına kadar böyle yormuştu onu. ‘Sussam mı acaba?” dedi, kendi kendine. “Hepten sussam yani, konuşmasam. Bir nevi küssem insanlara… Kimseyi görmeden yaşarım, öyle. Derya gelir arada. Dertleşiriz. Başka kimseye güvenilmez zaten…Evet, evet, kesinlikle bunu yapmalıyım.” Saate baktı. Yük taşımış gibi yorgundu ama sokaktaki kedilerin, köpeklerin mama saati gelmişti. Poşetlerini alıp, şöyle birkaç tur mahalleyi gezmesi gerekiyordu bu saatte. Hepsini aynı anda taşıyamadığından eve birkaç kez geri dönüyordu mecburen. İki sokak öteye varmıştı ki, genç bir kız yanından geçerken durup, kedilerle konuşmaya başlamıştı. Üniversite öğrencisi olmalıydı, ya da İhsan Bey’e öyle geldi. Kız dönüp, “Ben de bazen akşamları dağıtıyorum ama sayıları dün azalmış gibi geldi, “dedi. İhsan Bey, “Yaa, sayayım bir bugün. Ben de her öğlen çıkıyorum mama için, ama daha yeni başladım bugün,” dedi. Kız gözleri ışıldayarak, koca bir gülümsemeyle “Öyle mi? İsterseniz öğlenleri gelir yardım ederim, evden çalışıyorum ben, bu saatte ara veririm hem. Bugün tesadüf oldu, markete gidecektim de… İki dakika bekleyin isterseniz, beraber taşıyalım şunları da…” deyip, karşıdaki markete, sonra hemen karşıdaki apartmana girdiği gibi çıktı ve birlikte mamaları dağıtmaya başladılar. Yürürken bir yandan kedileri sayıp, diğer yandan havadan, sudan, mahalle sakinlerinden, onların doğum zamanından ve köpek mamalarının pahalılığından konuştular. İhsan Bey nedense hemen güvenmişti ona. Az önceki üzüntülerini, insanlığa olan büyük nefretini, büyük susma kararını anında unutmuştu. Tüm bunları hiç yaşamamış gibiydi. Fakat daha önce bu anı yaşamış gibiydi. Bu düşünce içini gıdıklamadı bile. Evine dönüp, büyük annesinin koltuğuna oturduğunda, yeni bir arkadaş edindiği için mutlu ve sevgi doluydu sadece.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder