04 Mayıs, 2014

BUGÜN FİLMLERDEN TIM BURTON, "FRANKENWEENIE"

(Ey yolcu, filmi izlemediysen öte dur, komple spoiler)



Cam şişeler, enjektörler, devreler, karışımlar ve bir laboratuar. Biz bu deneyi yapmak istediğimize eminiz; her şey hazır, her şey tam. Saatler işliyor, ayaklarımız yere basıyor, eldivenlerimizi takıyoruz; öyle beyaz, öyle steril ki her şey, tam da olması gerektiği gibi. Aman odamıza ruh kaçmasın, bir şeyler dağılmasın, aklımız karışmasın, deneyimiz mahvolmasın. Akıl bizim için aslolan şimdi. Çünkü akıl yerdeki koca taşlar gibidir; ince işlemeleri olan kusursuz güzelliği, sarsılmasını kati surette engelleyen ağırlığı, büyüklüğü ile güvence altına alınmıştır. Akıl parlaktır. Zeka daha da parlaktır. İkisinin birbirini bulduğu nadir durumlarda ince işlemeli o koca taşlardan muhteşem bir ev bile inşa edilebilir. Peki, ya kalp? Kalp uçuşur, bir gelir bir gider, bir vardır bir yoktur, havada dans eder, tekinsizdir. Bu kapının ardında ona yer yoktur. Biz akla ve zekaya bulanalım, ışıklı bilgiler ekleyelim içine bir de… Öyle ki gözlerimiz kamaşsın kusursuzluktan. Aman kapı çalmasın, dikkatlerimiz dağılmasın. İyice odaklanırsak, başaramayacağımız hiçbir şey, kazanamayacağımız hiçbir yarış yok. Spor öğretmeninin de söylediği gibi:
“Derhal işe koyulun, en iyi olan kazanacak!”

En iyi olan kazanacağı için işe koyuluyoruz, çalışıyoruz, aklımızla yol alıyoruz. İşte tam bu sırada, lekesiz sessizliğimiz ve steril konsantrasyonumuzun kapısını tıklatıyor Tim Burton. Belki de kapıyı hiç çalmadan, bazılarımız içinse kapıyı kırarak giriyor olabilir içeriye. Şiddetleri de değişen tokatlar atıyor her birimize. Hepimizi sevgiyle tokatlıyor ve bir soru yazıyor tahtaya: ‘Deneyinizi seviyor musunuz?’
Beynimizde topladığımız dikkatlerimizin içerisine kalbimizi koymadan yaptıklarımızı, yapacaklarımızı sorgulamamamızı istiyor adeta. İçlerini boşalttığımız kalplerimizin yokluğuyla, salt aklımıza yaslanarak yapacaklarımızın bizi nereye getirmiş olabileceği ve nereye götürebileceği hakkında fikir yürütmemiz için birkaç fotoğraf gösteriyor bize. Ruhlarımızın terk ettiği kara kalplerimize bir ayna tutuyor ve bomboş kalplerle girilen bilim odalarından, bazıları bizden, hatta evlerimizden bile büyük canavarlar çıkabileceğini, bizlere Godzilla’yı hatırlatan dev kaplumbağa aracılığıyla anlatıyor.
Hikayemizin baş kahramanı Victor Frankenstein. Tek dostu köpeği Sparky olan ve bilime karşı özel bir ilgi duyan Victor Frankenstein’in çocuk kalbi, Sparky’ye araba çarpması ve onu kaybetmesi sonucunda paramparça olur. Ailesi Victor’u “Sevdiğin birisini kaybettiğinde, o seni aslında terk etmez. Yalnızca kalbinde özel bir yere taşınır. O her zaman yanında olacak.” diyerek avutmaya çalışır, ancak Victor,“Ben onu kalbimde istemiyorum. Burada, yanımda istiyorum.” diyerek onların söylediklerini reddeder. Bu konuşma esnasında Victor, üzerinde filmin sonunda göreceğimiz hayvanlara göndermeler yapan resimlerin olduğu bir pijama giymektedir ve odasının duvar kağıdı üzerinde uzay temalı desenler çarpar gözümüze. Duvarda, içlerinde ‘Denizler Altında 20000 Fersah’ın da olduğu birkaç poster vardır. Victor üzgün bir şekilde hayatına devam ederken, çılgın Fen öğretmeni, Bay Rzykruski’nin derste anlattıkları, Victor’a ölmüş olan Sparky’yi elektrik kullanarak geri getirme konusunda umut ışığı yakar. Bu umutla hayvan mezarlığına giden Victor, Sparky’yi mezarından çıkarır. Mezardaki diğer ölülerin isimleri izleyici için tanıdıktır: Tim Burton bir mezar taşının üzerindeki “Shelley” ismiyle, Frankenstein’in yazarı olan Marry Shelley’ye selam gönderir. Aynı zamanda, Frankenweenie filminin 1984’te çekilmiş kısa versiyonunda, Victor’un annesini oynayan kişi Shelley Duvall’dır. Mezarlıkta gördüğümüz bir diğer mezar taşında ise “Goodbye Kitty” yazarak, “Hello Kitty” olarak bildiğimiz karakteri öldürmüştür Tim Burton. Mezarlığa gidip Sparky’yi yerinden çıkaran Victor, eve geldiğinde sessizce, kimseye görünmeden eve girer ve öğretmeninin anlattıklarıyla canlanan umudu, Sparky’ye olan sonsuz sevgisi, aklı, zekası ve derste öğrendikleriyle birleşince hayalini evinin çatı katında kurduğu bir düzenek aracılığıyla gerçekleştirir. Ancak her yerini dikmek zorunda kaldığı Sparky’yi ailesinden ve komşularından saklamak zorundadır, çünkü insanların onu anlamayacağını, Sparky’den korkacaklarını düşünür. İsmi ile Edgar Allan Poe’ya gönderme yapılan, Edgar ‘E’ Gore adlı, hem ürkütücü hem komik bir görünüme sahip sınıf arkadaşı, Sparky’yi dışarıda görünce Victor’dan bunu nasıl yaptığını kendisine anlatmasını ister. Victor’un ona verdiği cevap, Victor’un bu işe yaklaşımı anlamında çok şey anlatmaktadır.
“Bu bir deney değil. O benim köpeğim.”
Edgar’ın ona getirdiği ölü balığı canlandırmaları, ancak balığın görünmez olması ve yalnızca birkaç gün yaşaması üzerine aklında sorular oluşan, köpeğini de tekrar kaybedeceğinden korkan Victor, Bay Rzykruski’ye koşar, aklındaki ve kalbindeki korkuyla. Victor ve
Bay Rzykruski arasında geçen konuşma, filmin izleyiciye anlatmak istedikleri açısından oldukça önemlidir. Burada öğretmen, bir sorusu olduğunu söyleyen Victor’a “İşte bu yüzden sen bir bilim adamısın,” der. İnsanların bilime karşı tavrını eleştirdiği bu konuşmada öğretmen insanların bilimin yalnızca beyinle ilgili olduğunu sandıklarını, ancak kalbin de bu işe ortak olduğunu söyler ve ardından ona sorar,
“İlk seferinde, deneyini sevmiş miydin?”
“Evet,” diye yanıtlar Victor.
“Peki, ikinci seferinde?”
“Hayır. Bir an önce bitmesini istemiştim.”
“Öyleyse değişkenlerle oynamışsın,” diye karşılık verir öğretmen ve ekler, “Bilim iyi ya da kötü değildir, Victor. Ancak sen bunu iki şekilde de kullanabilirsin.”
Bay Rzykruski, kendisinin aileler tarafından istenmemesini insanların bilimle ilgili bir şey bilmemelerine, bilmedikleri şeyden korkmalarına bağlar ve temelde sorunun onların cehaleti olduğunu düşünür. Bunu, ailelerin yüzüne doğrudan, kelimelerle oynamadan, aklında var olduğu gibi söylemesi üzerine derhal işten çıkarılır. Daha sonra, Fen derslerine Spor öğretmeni girmeye başlar. Spor öğretmeni aklın ve bilgeliğin ışığı olmadan, salt disiplinin vücut bulmuş halidir ve aslında gözlerimizin, fazla maruz kaldığı için artık göremediği klişe bir tiplemeyi yeniden, yeni bir şeymiş gibi görmemizi sağlar.



Tıpkı Frankenstein gibi, ölüm ve yaşam arasındaki çizgiyi aşan ve sınırları zorlayan Victor’un yaptığını yapmak isteyen arkadaşları onun başardığını başaramazlar. Çünkü içlerinde gerçek istek, deneylerine karşı ise gerçek sevgi duymuyorlardır ve deneylerinin sonucunda kendilerinin kontrolünde olmayan, vahşi hayvanlar çıkar ortaya. Tim Burton’ın hemen hemen tüm filmlerinde ustalıkla ve incelikle işlediği “elalem” kavramının temsilini bu filmde Victor’ın sınıf arkadaşları ve başta belediye başkanı olan Bay Burgermeister olmak üzere mahallede yaşayan insanlar oluşturur. “Elalem” kavramı içerisine yerleştirilmiş güldürü unsurlarının kaosunda, bir kez daha tek başına manipülasyonun bizleri nereye götürebileceğini, aslında hikayenin gidişatını etkileyen ana unsur olduğunu gösterir bizlere. Bu anlamda Edward Scissorhands’i çağrıştırdığı söylenebilir. Filmin sonunda tüm karakterlerin Sparky’nin peşinde koştuğu sahne de izleyiciye Edward Scissorhands’i hatırlatır. Frankenweenie’de çevredeki insanların anlık, tehlikesiz, içi boş görünen ve aslında güldüğümüz tepkilerinin ne kadar büyük ve geri dönülemez sonuçlara yol açabileceğini bir kez daha izleriz. Tim Burton’ın hayal gücünün sağladığı iyimserlik ellerimizden tutar ve işte bu geri dönülemez olandan bile geri dönebiliriz.


Tim Burton’ın rengarenk gözlerinden içeri atlayarak başladığımız bu heyecan dolu yolculuktan mutlu dönsek de, ‘ölüm karşısında çaresizlik, sevdiklerimizi kaybetmek üzerine dipsiz korkular’ gibi günlük hayatımızda aklımızın en diplerine ittiğimiz sorunsallarımız, boğazımızdaki bir yumruk içerisine doluşuverirler. Bir çok filminde ölümle uğraşan, ölümü hem ciddiye, hem de tiye almasıyla bildiğimiz Tim Burton’ın, Frankenstein’ın hikayesinden esinlenerek Leonard Lipps’le birlikte kaleme aldığı ve kendisinin yönettiği bu film 7 Ekim 2012’de gösterime girmiştir. 1984 yılında kısa film şeklinde çekilen 29 dakikalık bir filmin, 87 dakikalık bir uzun metraja dönüşmüş halidir. Animasyon şeklinde çekilmiştir ve bizi davet ettiği dünyada hem Holywood’un klişeleşmiş, korku saçan yaratıkları, hem Victor’un gözyaşları, hem de bizi bolca güldürecek karakterler vardır.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder